Uluslararası tahkimin özerk bir hukuk düzeni olarak gelişimi geçtiğimiz yüzyılda küresel düzeyde kurumsal yapılanmanın en dikkat çekici örneklerinden birini oluşturuyor. Bu bağlamda uluslararası tahkim, devlet sistemleri ile ilişkili, ancak dikkate değer bir şekilde de onlardan bağımsız. Uluslararası tahkimin ulusal mahkemelerdeki yargılamaya bir alternatif olarak doğuşu 1920’lerde başladı; II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise hız kazandı. Bugün ise 1980’lerden bu yana küresel ticaret ve yatırımdaki devasa artışla tam olarak meyvesini verdiğini söyleyebiliriz.
White & Case ve QMUL tarafından yapılan 2021 International Arbitration Survey de keza bu çıkarımı doğruluyor: Uluslararası tahkim, tek başına veya arabuluculuk gibi diğer alternatif uyuşmazlık çözüm yolları ile birlikte katılımcıların %90’ı için uluslararası nitelikli uyuşmazlıkların çözümünde tercih edilen yöntem.
Uyuşmazlıkların ulusal mahkemeler dışında görülebilmesi imkanını tanıyan, sözleşmeye uygulanacak hukuk, hakem ve yargılama usulüne ilişkin seçme özgürlüğü veren hakem yargılaması, gelişimi içerisinde yapısal olarak hiyerarşik olmasa da bugün artık istikrarlı bir hukuk sisteminin tüm özelliklerini haiz.
Büyük ve çok uluslu hukuk firmaları artık tahkime yoğun bir şekilde yatırım yapıyor. Avukatlar, meslektaşları, sair uzmanlar ve akademisyenlerden oluşan hakem heyetleri önünde mesleklerini icra ediyor. Bu kapsamdaki mesleki faaliyetleri yürüterek uluslararası tahkim camiasına katkıda bulunanlar, ulus ötesi iş dünyasının temsilcileriyle birlikte uluslararası büyük tahkim merkezlerinin gelişimi ve yönetiminde de rol oluyor. Özetle, tahkim sisteminde özel aktörler ön planda ve belirleyici rolde.
PEKİ HAKEM KARARLARI NASIL YERİNE GETİRİLİYOR?
Hemen belirtmek gerekir ki uluslararası ticaret cemiyeti eğer hakem kararlarının nasıl tenfiz edileceği sorununu çözmede başarısız olsaydı, uluslararası ticari tahkim de bugün ulaştığı noktada olamazdı.
Hakemler, ulusal mahkemelerdeki yargıçlardan farklı olarak devletin egemenlik gücü ve otoritesini kullanarak kararların tanınması ve tenfizini zorlayamadıkları için, hakem kararlarının tenfizi sorunu esasında uzun bir süre tartışma konusu olmuştur. Bu çerçevede 1953 yılında Milletlerarası Tahkim Odası, kendi inisiyatifiyle Yabancı Hakem Kararlarının Tanınması ve Tenfizine İlişkin New York Konvansiyonu’nun ilk taslağını hazırlamış ve çoğulcu bir katılım ile yapılan çeşitli değişiklikler sonrası Konvansiyon 1958 tarihinde imzaya açılmıştır.
Şu anda 168 devletin taraf olduğu New York Konvansiyonu, hakem kararlarının tenfizi için devletin egemenlik gücünden yararlanan bir çözüm sunmakta ve ulusal mahkemeleri özel ayakta gerçekleşen hakem yargılama ve otoritesinin adeta kamu ayağındaki garantörü haline getirmiş bulunmaktadır.
New York Konvansiyonu temel itibariyle, taraf devlet ulusal mahkemelerini tahkim anlaşmalarının geçerliliğini ve bağlayıcı niteliğini tanımaya veya yine “tahkime elverişlilik” ve “kamu düzeni” gibi istisnalara tabi olarak hakem kararlarını tenfiz etme yükümlülüğü altına sokmaktadır.
Her ne kadar hakem kararlarının tenfizi bakımından çeşitli istisnalar söz konusu olsa da süreç içerisinde özellikle uluslararası ticarete aktif katılım sağlayan ülkelerin ulusal mahkemeleri ve yasa koyucuları, hakem kararlarının yargısal denetimini ve bu istisnaların uygulama alanını istikrarlı bir şekilde daraltmıştır.
Uluslararası ticaretin aktif katılımcılarının uyuşmazlık çözüm yolu olarak tahkim yönünde güçlü bir tercihi olması ve devletlerin de ekonomik refahlarının ulus ötesi ticarete bağlılığı bu istisnaların uygulama alanlarının daralmasındaki ilk sebep olarak zikredebiliriz.
Ayrıca tahkimin bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak değeri kanıtlandıkça, Avrupa, Asya gibi büyük ticaret bölgelerindeki devletler arasında adeta uluslararası tahkime yönelik rekabet yoğunlaşmış ve devletler kendi ülkelerini tahkim yeri olarak çekici hale getirmek için ulusal hukuklarını tahkime daha elverişli getirme gayesinde olmuşlardır.
Hong Kong Uluslararası Tahkim Merkezi Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Ling Yang’ın 5 Ağustos 2021 tarihli The Hong Kong International Arbitration Centre Perspective (Part I) röportajında da değindiği gibi tahkim dostu bir hukuki rejimin yanı sıra mahkemelerin de hakem kararlarının tenfizi yönündeki güçlü tercihi örneğin Hong Kong’un oldukça tercih edilen bir tahkim yeri olmasında esas olmuştur.
ULUSLARARASI TAHKİM VE TEKNOLOJİ
Uluslararası tahkimin bugün geldiği noktada istikrarlı bir hukuk sisteminin tüm özelliklerini haiz olması bu sistemin artık gelişimini tamamladığı anlamına gelmiyor elbette. Dijital dosya yönetimi sistemleri sayesinde dilekçelerin elektronik ortamda sunulabildiği ve saklanabildiği, yazışmaların e-mail ile yapılabildiği tahkim yargılamasındaki tüm bu yenilik ve dijitalleşmenin örneklerinden. Yine, teknolojinin ulaştığı nokta ile hayatımıza giren ancak pandemi nedeniyle yerini iyice sağlamlaştıran uzaktan erişimle gerçekleşen çevrimiçi duruşmalar uluslararası tahkimde artık daha sık başvurulan bir uygulama. Tüm bu tahkimde dijitalleşme süreci ise yapay zekâ ile tamamen farklı bir boyut kazanıyor. Bir başka deyişle, yapay zekanın hayatın her alanında etkisini gösteren hızlı yükselişi uluslararası tahkimde de yerini buluyor.
Yapay zekayı kısaca, yalnızca önceden programlanmış görevleri tamamlayan bir sistem yerine, süreç içinde ilerledikçe öğrenen, planlayan, akıl yürüten ve işleyen bir teknoloji sistemi olarak ifade edebiliriz.
Son zamanlarda, yapay zekâ (veya robot) hakemlerinin (“YZ hakem”) insan hakemlerin yerini alma olasılığı uygulama ve akademide geniş çapta tartışılıyor. Ben de Journal of Dispute Resolution 2021/2 sayısında yayımlanan “Can Artificial Intelligence (“AI”) Replace Human Arbitrators? Technological Concerns and Legal Implications” isimli makalemde YZ hakemlerin mümkün olup olmadığı, teknolojik olarak mümkün olduğu kabul edildiğinde dahi hukuksal karar verme sürecinin yapay zekanın sahip olmadığı (ve belki de asla sahip olmayacağı) bir bilişsel ve duygusal zekâ gerektirdiği yönünde incelemelerde bulunarak YZ hakemlerin bilişsel ve duygusal gelişmişliğinin dışında hayata geçirilmesindeki diğer başka engellere de yoğunlaştım.
Örneğin, yapay zekâ sistemlerinin çalışma prensibi gereği bir YZ hakemin yeterli sayıda geçmiş hakem yargılaması ve kararını analiz etmesi ve böylece yeni doğacak uyuşmazlıklara uygulanabilecek genel bir kural oluşturabilmesi gerekecek. Ancak, uluslararası tahkim bağlamında bu şekilde bir büyük veri (big data) bulmak pek de gerçekçi değil. Zira, uluslararası hakem kararları nadiren yayınlanmakta ve yayınlanan kararlar ise çoğunlukla kısaltılmakta.
Bunların yanı sıra yapay zekâ ayrımcılığı, yapay zekanın şeffaflık ve hesap verilebilirlik ile ilgili eksiklikleri ile veri gizliliği ve gizliliğin ihlali de olası YZ hakemlerin tahkim uygulamasında hayata geçirilmeden önce çözüm bulunması gerektiren konular olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bu sebeplerle önümüzdeki günlerde tahkim ve teknoloji arasındaki etkileşimi sıklıkla tartışacağa benziyoruz.
Tüm bu açıklamalar ışığında son söz olarak belirtmeliyim uluslararası tahkime ilgi duyan genç hukukçuların hakem yargılamasının meşruiyetinin ve süreç içerisindeki gelişiminin yanı sıra ile tahkimin diğer hukuk dalları ve teknoloji ile etkileşimi gibi halihazırdaki gündemini de yakından takipte olması resmi bir bütün olarak görmelerinde oldukça faydalı olacaktır.