12 Haziran 2020 Cuma
Kimden: IŞIL ERGEÇ
Tarih : 12 Haziran 2020
Kime : Genç Hukukçu
Konu : TECRÜBE BİRİKTİR, KENDİNİ TANI, HAYALİNİ KEŞFET, HAYATI ERTELEME

Sevgili arkadaşlar, Ayça Hocamın kurduğu bu değerli platform aracılığıyla size sesleniyor olmanın mutluluğuyla, sizleri Brüksel’den selamlıyorum. Bazımız henüz ilkokuldayken biliyordu hukukçu olmak istediğini. Bazımızın hedefi en başından beri yargıç olmaktı ya da aile büyüklerimizin ayak izlerini takip ederek avukat olmak istedik. Birtakımımız yüksek puanlı veya prestijli olduğundan hukuk diye yazdı. Bir kısmımız, bölümde okuduğumuz seneler içinde, mezun olurken ya da olduktan sonra, fakülteye girerken sahip olduğumuz motivasyonun değiştiğini, belki de şaşırarak, gözlemledik. Hukuk fakültesinde okuma motivasyonunuz ne olursa olsun, sizler için dileğim sevgili arkadaşlar, hayalinizi keşfetmeniz.

Etrafınızdaki büyüklerin bazılarından, belki de önemli bir çoğunluğundan, kariyerleri yahut hayatlarındaki ana meşgaleye dair “keşke”lerini duyuyorsunuzdur. Bunların çoğu, yaptıklarından değil, yapmadıklarından dolayı pişmanlık duyuyor. Hayatta, fizik kurallarına göre yapılması mümkün olan ve şüphesiz ki hukuk ve ahlaka aykırı olmayan her şey size altın tepsi içinde sunulsaydı neyi seçerdiniz? Bu soruyu cevaplayabildiğiniz noktada bunun peşinden gitmenizi dilerim. Yerine göre, bu, hukuk kariyeriniz çerçevesinde bir ideal olabileceği gibi, kariyerinizin yanında yürüteceğiniz gönüllü bir etkinlik de olabilir. Yine, kariyerinizi, hukuktan başka bir alanda ilerletmek istediğinizi de fark edebilirsiniz.

Kendisine ilkokuldayken çizdiği yolu, hukuk fakültesinden mezun olduğunda izleyip, sonuna dek mutlu yaşayanların sayısı az değil ve bu arkadaşlar, aramızdaki en şanslılar olabilir. Bununla birlikte, hepimizin deneyimi böyle olmuyor. Seneler önce, hayalim olduğunu zannettiğim yolda kendime bir yer edinmeye gayret edip süreç umduğum gibi ilerlemediğinden ötürü çok üzüldüğüm günlerden birinde, hukuk fakültesinden benden birkaç sene önce mezun olmuş ve hukuku meslek olarak icra etmek istemediğini fark ederek yazılım gibi bambaşka bir alana yönelmiş olan bir arkadaşım bana, bugün halen kulağımda küpe olan bir söz söylemişti. Hiçbir yolda sadece istikrarlı olmak uğruna ısrarcı olma, demişti.

Doğrusu, o gün farkında değildim, ısrarcı olduğum yolun, aslında istediğim yol olmadığının. Arkadaşımın bu sözü bana, ancak seneler sonra kendimi bulduğumda anlam ifade etti. Şüphesiz ki, hayatımız boyunca istikrarlı olduğumuz hususlar vardır. Bununla birlikte, kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüklerden biri, sadece istikrar için, esasında istemediğimiz yolda devam etmek. Yürüdüğümüz yolun esasında istediğimiz yol olup olmadığını nasıl bileceğiz peki? Asıl soru bu zaten. Kendinize bu soruyu hayatınızın her aşamasında sorup, yanıtını verirken kendinize karşı dürüst olmanızı diliyorum, sevgili arkadaşlar. Vardığınız sonuç doğrultusunda ise, ümidim, gerektiği takdirde, yolunuzu değiştirmekten korkmamanız. Nihayetinde, hayat, hayallerimizi gerçekleştirmeyi ertelemek için çok kısa değil mi sizce de?

Bu satırları size, ana akımı takip etmeme ve konfor alanından çıkma cesaretini göstermiş bir meslektaşınız olarak yazıyorum. Bunu nasıl yaptığımı anlatmadan önce, hukuk yolculuğumun ilk yıllarında biriktirdiğim tecrübelerden bahsedeyim.

Üniversiteye başladığımda yabancı dil bakımından görece şanslıydım; lise eğitimimi İngilizce görmüş ve yanında ek olarak da Fransızca öğrenmiştim. İkinci sınıfta Erasmus değişim programı için özellikle Paris’i seçtim, Fransızca pratiğimi geliştirmem gerektiğini düşünerek. Erasmus deneyiminden de önce, üniversitenin ilk senesinde ELSA Avrupa Genç Hukukçular Derneği ile tanışıp orada aktif olarak rol almam, Avrupa’nın dört bir yanından hukuk öğrencileri ile, gerek onları Türkiye’de ağırlarken, gerekse onlarla Avrupa’nın farklı şehirlerinde bir araya gelirken arkadaşlık kurmamı ve geleceğe yönelik yabancı meslektaş edinmemi sağlarken, derneğin ulusal ve uluslararası yönetim kurullarında görev almak, adeta iş hayatının simülasyonunu yaşattı bana.

Üçüncü sınıfın yazında üç ayrı hukuk bürosunda yaz stajı yaptım. Dil bilen hukuk öğrencilerinin yönlendirildiği çokuluslu hukuk şirketlerinin yanında, adliyede dava takibi yapan hukuk bürolarının işleyişi hakkında da fikir edinmek isteyerek yaptım üç farklı büro tercihimi. Yazın sonunda, staj yaptığım bürolardan geleceğe yönelik olumlu dönüşler almış ve bununla birlikte, hukuk bürosunda çalışmak istemediğimi fark etmiş halde buldum kendimi. Akademik kariyeri deneme isteği duydum. Mezun olur olmaz yine üniversitemizde Özel Hukuk alanında yüksek lisansa başladım. Bir yandan da İstanbul Barosu’nda yasal stajımı başlattım.

Yüksek lisansımı yaparken, üniversitemize gelen Erasmus öğrencilerinin ağırlanmasıyla ilgilenen komitede yer aldım. Bunun yanında, hocalarıma lisans öğrencileriyle yürüttükleri bazı ders dışı çalışma gruplarında elimden geldiğince yardımcı oldum. İlk yurtdışı staj tecrübemi de yine bu süreçte, sevgili derneğim ELSA’nın STEP isimli staj programı sayesinde edindim. Bu stajı o zamanki ismiyle Çek Cumhuriyeti’nin Brno isimli ikinci büyük şehrinin üniversitesinde yapmanın bana göre en büyük katkısı, normal şartlarda yakından tanıma imkanı muhtemelen bulamayacağım Çek kültürünü yerinde deneyimlemekti.

Yüksek lisansımı ve yasal stajımı bir arada yürüttüğüm aylar boyunca akademisyenliğe ilk adımları atmanın peşindeydim. Süreç umduğum gibi gitmeyip, hayatta ne yapmak istediğimi keşfetmeye çalıştığım günlerde, sevgili hocalarım beni yurtdışında ikinci bir yüksek lisans yapmaya teşvik etti. Başladım araştırmaya. İşte, hayatımın, birden çoktur gerçi ama belki de en önemli dönüm noktası bu oldu. Fakültede okurken hakkında tek bir ders almadığım, özel olarak da ilgi alanım olmayan, kısacası benim için yepyeni bir alan olan Avrupa Birliği çıktı karşıma. Avrupa Birliği kurumlarına bürokrat, bundan yola çıkarak türettikleri ifadesiyle Avrokrat yetiştirmek için, Avrupa Birliği’nin desteğiyle, Belçika’nın ufacık ve çok güzel bir şehri olan Brüj’de kurulmuş olan Avrupa Koleji’yle hayatımın bu döneminde tanıştım.

Avrupa Koleji, İngilizce ve Fransızca olmak üzere iki dilde, Avrupa Birliği çalışmaları alanında sosyal bilimlerin başlıca dallarında yalnızca yüksek lisans düzeyinde eğitim veren özel bir enstitü olarak, Avrupa Birliği ülkeleri ve dünyanın diğer ülkelerinden, önemli bir kısmının burslu okuduğu, farklı kültürlerden öğrencileri burada okudukları 10 ay süresince bir araya getiren benzerine rastlanması güç bir kurumdur. Bir başından diğer başına bir saatten az zamanda yürüyebileceğiniz kadar küçük olan Brüj’ün farklı noktalarına yayılmış yaklaşık on tane yurt binası ve üç öğün yemeğin çıktığı Avrupa Koleji’nde öğrenciler, bir topluluğun parçası olarak bir arada yaşamaya teşvik ediliyor. Burada geçirdikleri senenin ardından büyük bir çoğunluğu, Avrupa Birliği’nin merkezi olan Brüksel’de, AB kurumlarında, ülkelerinin diplomatik misyonlarında, danışmanlık şirketlerinde, düşünce kuruluşlarında, sivil toplum kuruluşlarında, hukuk bürolarında vb. önce staj ve ardından iş bularak kalıyor. Brüksel’de kalsalar da, ülkelerine dönseler veya başka ülkelerde devam etseler de yaşamlarına, tamamı, artık “Brüj Mafyası” olarak anılan ve birbirinin arkasını kollayan prestijli bir cemiyetin mensubu oluyor. İkinci kampüsü olan Natolin’i Polonya’da açan Avrupa Koleji, her iki kompleksinde de dönüştürücü bir deneyim sunuyor.

Bu yıl benim için öyle dönüştürücü bir başlangıçtı ki, yalnızca yaşadığım ülke ve hayatımın akışı olmadı değişen, kendimi tanımama ve hayatımla ilgili ne yapmayı istediğimi keşfetmeme yol açtı esas olarak. Avrupa Koleji yılımın ikinci döneminde aldığım Avrupa Birliği ve Komşuları isimli seçmeli ders, hayattan ne beklediğimi, geriye dönük olarak fark etmemi sağladı. Bu derste yer alan üç temel vakıa çalışmasından biri olan Türkiye ile ilgili, hocanın anlattıklarını dikkat kesilmiş şekilde ve başka hiçbir derse duymadığım bir ilgiyle dinlediğimi fark ettiğimde, aslında çocukluğumdan beri istediğimin, ülkemle ilgili faaliyetlerde bulunmak olduğunun ayırdına vardım. Bu doğrultuda, Brüj’deki yüksek lisansımı bitirince, Brüksel’de, Türkiye ile ilgili çalışma hedefiyle şansımı denemeye karar verdim.

Yolu Brüksel’e düşen, sosyal bilimler dallarından birinden mezun olan hemen her Türk genci önce, Brüksel’de temsilciliği olan Türk sivil toplum kuruluşlarında (TÜSİAD, TOBB, İKV, DEİK, Yunus Emre Enstitüsü vb.) staj yapıyor. Ben, TÜSİAD’ın AB Temsilciliğindeki stajımın yanında, AB-Türkiye ilişkilerinin kamu ve diplomasi boyutunu da tecrübe etmek isteyerek, bir de Türkiye’nin AB Daimi Temsilciliğinde Adalet Müşavirinin yanında staj yaptım. Birden çok staj yapmanın, iş bulmaya giden olağan yol olduğu Brüksel’de, Türk kurumlarının dışında tecrübe edinmeye giriştiğimde, Avrupa Birliği vatandaşı olmadığım için yolum fazlasıyla engebeliydi. Oturum izni ve çalışma izni gibi dertlerim vardı, AB vatandaşı olan arkadaşlarımın aksine. Üstelik, AB-Türkiye ilişkileri en zor dönemlerinden birinden geçiyordu. Türkiye ile ilgili çalışabileceğin bir işi boşuna arama, bulamazsın, diyordu akıl danıştıklarım. İyi veya kötü olduğu duruma göre değişen bir özelliğim var benim, inatçılığım. Pes etmedim. Nihayetinde, gerçek olamayacak kadar güzel diye tanımladığım bir yola girdim. Hayallerim gerçek oldu.

Avrupa Birliği kurumlarında kural olarak yalnızca AB vatandaşları çalışabiliyor. Avrupa Komisyonu’nun Bluebook isimli ve Avrupa Parlamentosu’nun Schuman isimli 5 aylık staj programlarına ise, AB vatandaşı olmayan çok az sayıda kişi kabul ediliyor. Üstelik Türk vatandaşları olarak, yalnızca Türk vatandaşlarıyla değil, AB vatandaşı olmayan herkesle aynı havuz içinde değerlendiriliyor olmamız şansımızı iyice azaltıyor. Ben, ümidim ve beklentim neredeyse hiç olmadan başvurdum, Avrupa Parlamentosu’nun staj programına. Başvurduktan bir süre sonra, benimle çalışmak istediklerini söylediklerinde, beni üç sebeple tercih ettiklerini eklediler: Avrupa Koleji mezunu olduğum, hukukçu olduğum ve tam da o staj döneminde Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporu yazılacağından ötürü, Türk olduğum (ve Türkçe konuştuğum) için. İlk ikisi kendi seçimlerimin sonucuyken, sonuncusu dezavantaj gibi yansıtılırken burada avantaja dönüşmüş bir gerçeklikti. Hayatın, doğru zamanda doğru yerde olduğunuzda size sunacağı sürprizler tahayyülünüzün ötesinde olabiliyor. Mümkün olduğunu ve isterseniz yapabileceğinizi bilin yeter ki.

Hayatımın en eşsiz deneyimi diye düşündüğüm bu süreç bitmek üzereydi ama bana yetmemişti. Devam etmek istiyordum. Bir yandan da biliyordum, Avrupa Birliği kurumlarında çalışmam kural olarak mümkün değildi. Öte yandan, Avrupa Parlamentosu’nda milletvekili danışmanı olarak çalışmamın teknik olarak mümkün olduğunu öğrenmiştim, buna sıcak bakacak bir milletvekili bulmak pek gerçekçi gibi değerlendirilmiyor olsa da. Üstelik, halen, özellikle ve münhasıran Türkiye ile ilgili çalışacağım bir iş arıyordum. Ben, yine, kulak asmayıp pes etmeden denemeye giriştim. Hayatımın bu aşamasındaki anahtar unsur, networking (ağ kurma) idi. Gündüz ve akşam, hafta içi ve hafta sonu, her an, bana kapı açabilecek etkinliklere katılmaya, önüme çıkan her fırsatı değerlendirmeye, imkan dahilinde olan herkesle tanışmaya gayret ediyordum. Sonunda, benim profilimde, Türkiye ile ilgili çalışmak üzere, Türkçe konuşan, Türk olan birisini arayan, AB-Türkiye ilişkilerinin gelişmesi için çalışmayı kendisine hedef edinmiş olan, Türkiye dostu, Yunanistan’dan olan Avrupa Parlamentosu Milletvekili Miltiadis Kyrkos ile tanıştım. Üstelik, iş başvurusu yaparak yahut özgeçmişimi göndermenin sonucunda değil, aralıksız yaptığım networking sayesinde. İnsan ilişkilerinin öneminin farkında olun ve en büyük yatırımı buna yapın.

Türkiye ile ilgili, hayal edemeyeceğim önemde ve güzellikte birçok işe birlikte imza atmamızın ardından, Mr. Kyrkos, yeni Parlamento döneminde tekrar milletvekili olmadı. Birlikte Türkiye üzerine çalışabileceğim başka bir milletvekili ya da Türkiye ile ilgili sair bir iş bulamayınca çözümü, bağımsız danışman olarak çalışmak üzere kendi şirketimi kurmakta gördüm. Türkiye üzerine çalışma hayalimin peşini bırakmaya niyetim yoktu. Bundan sonra, daha yaratıcı olmam gerekecekti. Öncekilerden daha farklı zorluklar bekliyordu beni. Muhtelif danışanlara yönelik yürüttüğüm hukuki danışmanlığın yanında, bu yeni düzenimin ilk gününden beri, kalbimi çarptıran, esas tutkum olduğunu keşfettiğim, sosyal sorumluluk projeleri ve sivil toplum girişimlerine ayırmak istiyorum vaktimin önemli bir kısmını. Bunları yaparken, konum ve odak noktam bu güne dek hep Türkiye ve insanları oldu ve bundan sonra da böyle olacağını zannediyorum. Özel olarak ise, geleceğimizin mimarı olacak olan Türkiye gençliğinin gelişimine elimden gelen katkıda bulunmayı istiyorum. Halihazırda Türkiye’den Brüksel’e gelen gençlere mümkün olduğunca destek ve yol gösterici olmaya gayret ediyorum. Sevgili genç hukukçu arkadaşlarım, fikir teatisinde bulunmak isterseniz ben her zaman buradayım. Yolunuz açık olsun.

1 Yorum

  1. ZEHRA UZUN dedi ki:

    merhaba. Ben şu an Selçuk üniversitesinde öğrenim görmekteyim. 4. sınıfa başlayacağım henüz mezun olmadım. Yazınızı okudum ve çok etkilendim. Benim de hayallerim ve hedeflerim yurtdışı özellikle Belçika odaklı şu an için. Bana bir yol göstermenizi çok isterim siz de isterseniz. Şu an dil öğrenmekle ilgileniyorum. Ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz veya ileride hukuk mezunu olarak Belçikada iş imkanı veya kariyer olarak ne önerebilirsiniz. Şimdiden çok teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir