Uluslararası nitelikte mesleki faaliyet yürütmek isteyen hukukçuların farklı hukuki dil, kültür, teori, yapı ve standartlar ile tanışmaları, söz konusu mesleki faaliyetlerin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanmaları önem arz eder. Diğer taraftan yaşanmakta olan sosyal ve dijital dönüşümün hukuki hizmetler üzerindeki etkilerini de göz önünde bulundurarak, geleneksel donanımın gerektirdiği mesleki yeterliliklere her geçen gün yenilerinin eklendiğini de söyleyebiliriz.
Klasik yapıdaki uluslararası LL.M. programları hukukçuların sözünü ettiğim amaçlarına birinci derecede hizmet etmek üzere yeniliklere göre uyarlanan eğitim programlarından olmakla birlikte, erişilebilirlikleri pek çok farklı sebeple ne yazık ki oldukça sınırlı. Diğer taraftan çevrimiçi (online) LL.M. programlarının söz konusu problemlerin bir kısmını bertaraf edebilme işlevleri olsa da mesleki katkı/prestij - maddi yük dengesi bakımından her beklentiyi karşılamaları mümkün olmayabilir.
Acaba sair yenilikçi dijital öğrenme imkanları, uluslararası mesleki faaliyet yürütmek isteyen hukukçuların ihtiyaç duydukları donanıma katkı sağlayabilecek daha erişilebilir kaynaklar olarak değerlendirilebilir mi?
Yaşanmakta olan dönüşümün mesleğimiz üzerindeki mevcut ve müstakbel etkilerini izleyen, öngören ve değerlendiren hukuk fakültelerinin, kurumsallaşmış hukuk bürolarının ve uygulamacıların, yeni öğrenme yöntemleri geliştirmek ve/veya geliştirilmiş olanlardan kendi ihtiyaçlarına uygun şekilde yararlanabilmek için üst düzeyde çaba harcamakta olduğunu gözlemliyorum. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) birçok hukuk fakültesi de yaşanmakta olan dijital ve sosyal dönüşüm çerçevesinde geleneksel müfredatlarını yeniliyor, hukuk kliniklerinin kaynaklarını destekleyecek yeni yöntemleri hayata geçiriyor ve söz konusu dönüşümün hukuk eğitimi ile kesiştiği konularda detaylı kılavuzlar yayınlıyorlar. Hukuk eğitiminde uzaktan öğrenme, senkronize olan ve olmayan yöntemleri kullanma ve MOOC (Massive Open Online Course / Kitlesel Açık Çevrimiçi Ders) olarak anılan dersler bu kılavuzlarda ele alınan konuların başında geliyor.
MOOC, bir okul ya da eğitim kurumu değil; bilginin her yerde olduğu dijital dünyada bir öğrenme yöntemi. İdeal olarak, belirli bir konuyla ilgilenen kişileri nerede bulunurlarsa bulunsunlar bir araya getiren ve özel olarak yapılandırılmış bir tarzda o konu üzerinde çalışabilmelerini ve konuşabilmelerini sağlayan bir yöntem.
“Kitlesel” ve “açık” olmaları itibariyle diğer çevrimiçi (online) derslerden farklı olan MOOC’lar, dünyanın her yerinden bazen on binlerle ifade edilen sayıda öğrencinin kaydolabildiği dersler. Bu kapsamdaki derslerden bazılarının başlangıç ve bitiş tarihleri belli olabilmekle birlikte, çoğunlukla öğrencilerin kendi programlarına ve çalışma hızlarına göre derslerden esnek şekilde yararlanabilmeleri mümkün oluyor. Katılımcı sayısı ve yararlanma tarzına ilişkin bu özellikler göz önüne alındığında, etkin tarzda bir araya gelebilme ve birlikte çalışabilmenin her durumda mümkün olmadığı/olamayacağı da söylenebilir. Verim alabilmek de bireysel motivasyon ve disiplin ile oldukça bağlantılı.
MOOC’lara dinleyici statüsünde katılım sağlanması halinde yararlanma çoğu kez ücretsiz oluyor. Diğer taraftan öğrencinin katıldığını ve sunulan dersi başarıyla tamamladığını belgeleyen bir sertifika almayı tercih etmesi halinde hem belirli değerlendirmelere tabi tutulması hem de bir ücret ödemesi gerekiyor.
Bu modelin temelleri 1990’lı yıllarda İngiltere hukuk piyasasına odaklı olan ve yeni gelişen finansman yöntemlerinin teknik boyutlarını açıklamanın yanı sıra uygulamaya yönelik taktikler de (practical legal know-how) veren bir ticaret bülteni çıkararak yolculuğuna başlayan Londra merkezli Practical Law Company (PLC) ile atılıyor. PLC’nin 2013 yılında Toronto/Kanada orijinli çok uluslu Thomson Reuters tarafından satın alınmasıyla da gelişiyor. Yenilikçi hukuki hizmetlerin 2000’lerde ABD’de de sunulmaya başlamasıyla ve sair gelişmelerle süreç hızlanarak boyut değiştiriyor. MOOC olarak anılan bu kitlesel derslerin dayandığı modelin ortaya çıkış sürecinin, hem baş aktörleri tanıyarak gidilen yönü fark etmek hem de işin “uzaktan öğrenme” boyutu ile “uzaktan hizmet sağlama” boyutlarının aslında birbirini tamamlayan parçalar olduğu gerçeğini görebilmek bakımlarından önemli olduğunu düşünüyorum.
Sadece hukuk alanında değil birçok alanda öğrenci ve uygulamacıların bu çerçevede en çok faydalandıkları çevrimiçi (online) kaynakların başında, Stanford Üniversitesi’nin iki bilgisayar mühendisliği profesörünce kurulmuş bir MOOC sağlayıcı olan Coursera ile Harvard Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) tarafından oluşturulmuş bir MOOC sağlayıcı olan edX platformlarında sunulan açık ve kitlesel dersler geliyor. Dünya çapında önde gelen birçok üniversite en popüler hocalarının en popüler derslerini kitlelere sunabilmek için bu tarz platformların parçası oluyor, derslerin en üst kalitede sunulmasına özel önem veriyorlar. Bu yaklaşımın, dijital çağın gereklerini karşılama amacının yanı sıra yeni öğrencileri cezbetmek gibi bir yönü olduğunu da vurgulamak gerekli.
Hukuk alanındaki dersler geniş bir yelpazede sunuluyor. Giriş dersleri (An Introduction to American Law, Introduction to English Common Law vb.) alabilmek mümkün olduğu gibi, ilgi alanınıza göre (Contracts Law, Corporate and Commercial Law, Intellectual Property, Arbitration of International Disputes, International Investment Law vb.) daha özelleştirilmiş seçimler de yapabilirsiniz. İlgi alanınızdaki gelişmeleri Kara Avrupası kökenli hukuk sistemlerinin uzmanları ya da common law uzmanlarının farklı perspektiflerinden dinleyebilirsiniz.
Uzmanlaşmanın giderek vazgeçilmez hale geldiği, sadece hukuk alt yapısının yeterli olmadığı pek çok karma hizmetin hukukçular tarafından verildiği göz önünde bulundurularak, dijital öğrenme imkanlarının hukuk alanı dışındaki konularda gelişebilme kaynağı olarak da değerlendirilmesi uygun olabilir. Farklı bir vesile ile konuştuğum Amerikalı bir hukukçu, uzmanlığının Çin ile yapılan uluslararası ticaret sözleşmeleri olduğunu, sadece bu sözleşmelerin akdi ve ifası/ifa edilmemesi çerçevesinde danışmanlık verdiğini söylemişti. Çince bilmesinin avantajını kullandığını, ancak iş hayatındaki işleyişi daha iyi anlayabilmek için işletme eğitimi aldığını eklemesi de ilgi çekiciydi. İlk etapta uç bir örnek gibi görünse de, günümüzde yaşanan gelişmelerin yarının global piyasasında iş yapmayı hedefleyen hukukçulardan böyle bir mesleki gelişim planlaması beklediğini söylemek yanlış olmasa gerekir.
Diğer taraftan hukuk öğrencileri ve uygulamacılarını değişen global hukuk piyasasının ihtiyaçlarına hazırlamak amacıyla takdim edilen, hukukçulara özel dijital eğitim platformları da dikkat çekiyor. Boston Üniversitesi Hukuk Fakültesi (BU Law), Transactional Law Programı’ndaki öğrencilerine daha etkin bir uygulama deneyimi yaşatabilmek amacıyla bu platformlardan biri olan New York merkezli Hotshot Legal ile iş birliği yaptığında, bu tarz yenilikçi dijital öğrenme yöntemleri hakkında daha detaylı bilgi edinme şansım olmuştu. Temelde avukatlar ile avukatlık bürolarına modern eğitim ve profesyonel gelişme yöntemlerinin sunulması amacıyla tasarlanmış olan bu gibi platformlar, hem ABD’de faaliyet gösteren hem de farklı ülkelerde bulunan ve uluslararası nitelikte işler yapan uygulamacılara yönelik eğitim programları ve hizmetleri sunuyorlar. Örneğin uluslararası nitelikte işler yapan bir Türk avukatlık bürosunun bu gibi hizmetlerden kurumsal olarak faydalanması ve avukatlarını uluslararası ticari sözleşmelerin temel uygulama esaslarıyla ABD uygulaması özelinde tanıştırması mümkün. İlgilenen bir hukuk öğrencisinin ya da avukatın bireysel hizmet alabilmesi de mümkün. Aynı zamanda BU Law örneğinde olduğu gibi hukuk fakültelerinin de bu gibi platformlar ile iş birliği yapmak suretiyle öğrencilerine uygulama simülasyonları yaşatmaları, örneğin uluslararası nitelikteki bir birleşme ve devralma (M&A) işlemininin içinde baştan sona yer almalarını ve bizzat deneyim elde etmelerini sağlamaları söz konusu olabiliyor.
Çevrimiçi (online) öğrenmenin daha etkili, daha kişiselleştirilmiş ve esnek olduğuna ilişkin pek çok görüş olmakla birlikte, tamamen dijital boyuttaki bir eğitimin hukukçunun öğrenme sürecinin omurgasını teşkil edebileceğini söylemek kanaatimce (en azından şu an için) pek mümkün görünmüyor. Diğer taraftan, çok sayıda ve büyük değişimlerle karşılaşacak yeni nesil hukukçuların profesyonel gelişimlerinin hukuk piyasasında ortaya çıkan/çıkacak ihtiyaçları karşılayacak şekilde planlanması gerektiği de tartışmasız. Global ölçekte yaşanan bu dönüşümü takip ederek söz konusu planlamayı yaparken, özellikle bu değişim ve ihtiyaçlara farklı bir mercekten bakan yenilikçi dijital öğrenme yöntemlerinden faydalanmanın değerli katkılar yapabildiği de ortaya konulmuş durumda.
Peki bu planlamanın yapılması bakımından sadece bireysel çaba gösterilmesi yeterli mi? Hukukçunun/adayının kendi şartlarını, mesleki performansına etki yapabilecek kuvvetli ve zayıf yönlerini objektif olarak belirlemesi, hangi kaynaklardan hangi tarzda yararlanmasının uygun olacağını değerlendirerek yenilikçi dijital öğrenme yöntemlerinden sistemli şekilde yararlanması oldukça değerli. Ancak, bu yöndeki salt bireysel bir çabanın başlıkta yer alan sorunun olumlu cevaplandırılabilmesi bakımından yetersiz kalacağını düşünüyorum.
Asıl farkın, hukuk fakültelerinin, baroların, hukuk bürolarının ve şirketlerin in-house hukuk departmanlarının iş birliği yaparak ve yeni mesleki ihtiyaçlar doğrultusunda yenilikçi dijital öğrenme yöntemlerinden yararlanan projeler geliştirerek bireysel gelişim çabalarını desteklemeleri suretiyle yaratılabileceği gözden kaçırılmamalı.
1 Yorum
Kıymetli Hocam,
Öncelikle, eğitim ve öğretim sisteminin dijital dönüşümünü hukuk eğitimi açısından değerlendirdiğiniz yazınız için teşekkür ederim. Ayrıca; öncülüğünü yapmış olduğunuz “Genç Hukukçuya E-Postalar” projesini severek ve ilgiyle takip ettiğimi, hem hukuk fakültesi öğrencilerinin hem de her yaştan hukuk fakültesi mezunlarının anılan proje kapsamında paylaşılan yazılardan büyük bir istifade sağlayacağını düşündüğümü belirtmek istiyorum. Konu yazıyla ilgili görüşlerim ise şu şekilde:
Geleneksel üniversite eğitiminin giderek önemini yitirmeye başladığını düşünüyorum. Zira günümüzde üniversiteler bünyesinde verilen lisans ve üstü eğitimler, iş hayatı için gerekli yetenekleri kazandıramamaktadır. Bununla birlikte, hem ülkemizde özellikle de Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde üniversite eğitimi, ciddi bir zaman ve para maliyeti ortaya çıkarmaktadır. Öte yandan, hem iş hayatı için gerekli yetenekleri kazandıracak hem de geleneksel üniversite eğitiminin çok çok azı bir oranda zaman ve para maliyeti olan online (çevrimiçi) eğitimler giderek önem kazanmakta.
Örnek olarak, Coursera’dan “Learning How to Learn” isimli MOOC eğitimini aldığım sırada tanıştığım Scott H. Young’tan bahsetmek istiyorum. Young, 4 yıllık Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Bilgisayar Bilimleri lisans eğitimini kendi bireysel çabaları neticesinde 12 aydan daha az bir sürede tamamlıyor. Böylece, çok çok azı bir oranda zaman ve para maliyeti ile geleneksel bir MIT Bilgisayar Bilimleri mezunu ile aynı seviyeye geliyor. Ayrıca, geçenlerde okumuş olduğum bir makalede Google’ın; üniversite eğitimine eşdeğer nitelikte olan sertifikalar vermeye başlayacağını, söz konusu sertifika programlarını tamamlamanın 6 ay süreceğini ve aynı alandaki eşdeğer üniversite eğitim maliyetine oranla çok düşük bir ücreti olacağını (yaklaşık 300 USD) öğrendim. Üstelik Google; personel işe alımlarında anılan sertifika sahipleriyle, aynı alandaki eşdeğer üniversite eğitimine sahip kişiler arasında ayrım gözetmeyecekmiş. Walmart, Best Buy, Intel, Bank of America ve Hulu gibi şirketlerde Google ile benzer personel alım politikası güdeceklermiş. Bu durumu, Google Küresel İlişkilerden Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Kent Walker Twitter’dan yaptığı açıklamada şu şekilde belirtiyor;
“Üniversite diplomaları birçok Amerikalı için ulaşılamaz durumda ve ekonomik güvenliğe sahip olmak için bir üniversite diplomasına ihtiyacınız olmamalı. Amerika’nın iyileşmesine ve yeniden inşa edilmesine yardımcı olmak için gelişmiş mesleki programlardan çevrimiçi eğitime kadar yeni, erişilebilir iş eğitimi çözümlerine ihtiyacımız var.”
Sonuç olarak, “hukuk fakültelerinin, baroların, hukuk bürolarının ve şirketlerin in-house departmanlarının iş birliği yaparak ve yeni mesleki ihtiyaçlar doğrultusunda yenilikçi dijital öğrenme yöntemlerinden yararlanan projeler geliştirirerek bireysel gelişim çabalarını desteklemeleri suretiyle” eğitim ve öğretim alanında büyük bir fark yaratılabileceği görüşünüze katılmakla birlikte, Young örneğinde olduğu gibi bu alandaki bireysel çabanın da muazzam sonuçlar ortaya çıkarabileceği kanaatindeyim. Bunun yanısıra, Walker’ın açıklaması da göz önüne alındığında bahsedilen dijital dönüşümü gerçekleştiremeyen ve iş hayatının ihtiyaçlarını sağlayamayan geleneksel üniversitelerin yakın gelecekte varoluşsal problemler yaşayacağını düşünmekteyim.